26 Ocak 2006

Hülya Bu Ya...

"im" yayınlarından çıkan, Türk Bilimkurgu Öyküleri adlı kitabı okumaya başladım geçen gün. Kitabın ilk öyküsü, Refik Halit(d) Karay'a ait. Adı; "Hülya Bu Ya...". Açıkcası şaşırtıcı bir öykü, önce ne okuyorum ben diye duraksadım ama öykünün adı (Tabi bu konuda kesin bir bilgim yok, gazetedeki köşesinde tefrika halinde yayınladığı bir yazı da olabilir.) duraksama süremi kısalttı. Karay, Kurtuluş Savaşı'nı ve onu yöneten Ankara hükümetini hicvetmenin bir yolu olarak bu öyküyü yazmış. Öyküden bir iki alıntı yapacağım:



.... "Ankara'da mevsim yoktur" dedi. "Birtakım bilimsel usuller sayesinde, atmosferde daimi bir sıcaklık teminine muvaffak olduk, yeraltındaki kalorifer toprağı ısıtır ve elektrik makineleri göğe sıcaklık verir, hatta burada yağmur ve kar yağmaz, gündüz ve gece olmaz! İstiklal ilan edileli geceler gündüz oldu!"

Hayretler içinde, "Nasıl, ne suretle?" diye sordum.
Muhatabım, "Pek basit." dedi, "mühendislerimiz bir akümülatör icat ettiler, gündüzleri güneşin ışıklarını topluyor, biriktiriyor, geceleri özel aletler vasıtasıyla havaya neşrediyorlar. Aydınlık hep aynıdır. Yağmur bulutlarını ise, bir nevi elektrik makineleri sayesinde şehre düşmeden evvel topluyorlar, muayyen bir saatte, herkes uykuda iken, yalnız lüzumu olan yerlere, bilimsel olarak ne kadar lazımsa o miktar döküyorlar.......



...... "Mamafih aceleye lüzum da yoktu, zira burada kimsenin malına kimse elini sürmez!"
"Neden?"
"Neden olacak, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey bir makine geliştirdi, nasıl röntgen içimizi görüyorsa bu makine de ruhumuzu görürü, ruhumuzun fotoğrafisini alır ve `karakterli, karaktersiz` diye insanları ikiye ayırır. Karaktersizlerin şehire girmeye hakkı yoktur.".......



......Rehberim izahat verdi, "Burada hamama girme müddeti yıkananın keyfine göre değildir; banyonun vücuda temas eden bir yerinde Sıhhiye Vekilimiz Adnan Bey'in icat ettiği bir tabip makinesi vardır, kendiliğinden bir anda, insanı muayene eder ve kalbine, bünyesine, mizacına göre suyun derecesini, hamamın saatini kararlaştırır.
Uyku için de böyledir; yatağınızın bir tarafına asılı olan tabip cihazı uykunuzu kafi görünce başınızın ucunda bir çalgılı saat, gayet latif, ruhnevaz milli bir beste çalar, güftesi Ziya Gökalp'indir.
Tavşan uyur, Türk uyumaz
Çalışmaya vaktimiz az
Uyuma Türk! Uyuma Türk!
Gözünü aç, tarlanı kaz
Bestesi Halide Hanım'ındır....."......



......." O bir şey değil, siz adalet ve kanun terazisini görmelisiniz."
"O da nedir?"
"Bir terazi. Adliye Vekilimiz Celaleddin Arif Bey'in icadı!"
"Neye yarar ki?"
"Haklıyı ve haksızı birbirinden ayırmaya: Mesela sizin birisinden alacağınız var, o inkar ediyor, hemen mahkemeye müracaat edersiniz, ortada büyük bir terazi, bir baskül vardır, evvela davacı çıkar, çat! Bir ses; o iner davalı biner, yine çat! Bir ikinci ses. Daha sonra hakim hükmü terazinin kaydına göre tebliğ eder. Davacı haksızdır, davalı haklı."......



Refik Halit(d) Karay, kurtuluştan sonra sürgüne gönderilmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na göre; Yüzellilikler listesinde yer alan (Bu konuyla ilgili detaylı bilgi bulamadım) Karay'ın yurda dönmesini isteyen Atatürk, Karay'ı yurda davet etmiş ancak Karay reddedince, genel af çıkartılmış.
İlginç bir şahsiyetmiş Karay. Öyküsü de bir o kadar ilginç, amacı hiciv olsa da. Bu arada kendimden biraz utandığımı itiraf etmek istiyorum. Türk öykücülerini tanımıyorum, ayıp bana.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home