24 Şubat 2006

Bilimkurgu Temaları; Geleceğin Şehirleri I

Öncelikle Hugo Gernsback'in bilimkurgu için yaptığı tanımı bir kez daha hatırlatmak istiyorum: "Bilimsel olgular ve kehanetlerle karışmış, düşsel, sürükleyici bir öykü... Bu şaşırtıcı öyküler yalnızca tutkulu okumalar olarak kalmamalı, aynı zamanda eğitici de olmalı. Bugün bizim için bilimkurgu olanların, yarın gerçekleşme olasılığı hiç de imkansız değildir.". Buna bir de mimarlık tanımını ekleyelim; en kaba tanıma göre: "Belirli ölçü ve kurallara göre yapılar yapma sanatı". Biraz açarsak: "İnsanoğlunun bütün sanatsal ve bilimsel bilgi birikiminden yararlanarak belirli işlevler için yapı tasarlamak" denilebilir. Tabi buna itirazlar da olabilir, mesela; niye belirli işlevler için, "mimarlık boşluk yaratma sanatıdır". Aynı bilimkurgu gibi tanımı, tanımsızlığı doğurur, sürekli bir gelişim ve değişim içindedir. İnsan yaşamının değişimi, mimari değişimi de getirir. Ya da bazen mimari, insan yaşamını değiştirir. Bilimkurgunun bazen bilime yön vermesi, bazen de bilimle yönlenmesi gibi. Bu uzun cümlelerin arkasında tek bir şey yatıyor; bilimkurgu ve mimarlık ikisi de kurgular. Birisinde bu kurguların ne zaman gerçekleşebileceği ya da gerçekleşeceği belirsizken, diğerinde ne zaman gerçekleşeceği, -genelde. Ama her zaman değil. örn: La Sagrada Familia- tam olarak neye benzeyeceği bellidir.

Geleceğin şehirleri, bilimkurgu ürünlerinde genelde sadece birer arka plandırlar, çok nadiren ana tema olarak görülürler. Genelde sosyal yapıyı yansıtan bu arka plan şehirlerin, teknolojik uçuklukların sergilendiği birer sirk gibi gösterildiği de çoğunlukla görülür. Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Erdal Devrim Aydın, Yapı dergisinin Kasım 2005 sayısında yayınlanan makalesinde Fifth Element filminin mimari arka planını incelemişti. Benim niyetim; bilimkurgu dünyasında yaratılan şehirleri kategorilendirerek incelemek. İlk akla gelen ve çok sık karşılaşılan; bir küreyle korumaya alınmış şehirler örneği gibi tekrarlanan farklı şehir yapılarını hem genel, hem de içindeki dişe dokunur yapılarıyla detaylı olarak -kendi meşrebimce- , mimari akımlarla, şehirciliğin gelişimiyle soslayarak sunmaya çalışacağım.

Başlamadan önce; bilimkurgunun ilklerinin tarihlendiği 1800lerdeki şehir yapılaşması üzerine biraz ahkam keseceğim. O dönemin şehir yapısının ve dolayısıyla sosyal yapıdaki değişimlerin, bilimkurgu yaratıcılarına ilham verip vermediğini daha iyi değerlendirebiliriz böylece.

Daha önce Simcity oynayanlarınız varsa; bir şehir kurmanın, o şehri işler halde tutmanın ne kadar zor olduğunu hatırlarlar. Yollar, su, elektrik vd. altyapının oluşturulması, konut, üretim, ticaret bölgelerinin belirlenmesi, hastane, itfaiye, polis merkezi vd. kamu hizmetlerinin bölgelendirilmesi, şehrin cazip hale getirilmesi vs. vs. Bütün bunları planlamanın ve uygulamanın maddi yükünün yanına, zaten var olan bir şehrin üzerinde uygulama zorluklarını ve beklenmedik, geleceği belirsiz gelişme ve nüfus artışını eklerseniz; Sanayi Devrimi sırasında yaşanan sorunları daha rahat anlayabilirsiniz.

Göçebe avcı toplumlardan, tarım toplumuna evrildiğimiz M.Ö. 8000lerden itibaren yerleşik düzene geçen insanoğlu, yavaş yavaş nüfusunun artmasıyla beraber şehirlerini kurmaya başladı. Fakat, tarım ve hayvancılıkta yaşanan ilerlemelerin sınırlı olması, savaşlar, hastalıklar vd. nedenlerle nüfus artış hızı çok büyük olamadı. Yavaş nüfus artışı, şehirlerin yaşayabileceği sorunları en alt seviyede tuttu ve Sanayi Devrimi'ne kadar bir iki özel durum haricinde şehirleri geliştirmek için büyük çabalara girmemize gerek kalmadı.

Sanayi Devrimi ne getirdi de dünyanın, şehirlerin bütün düzeni değişti? Bu soruya geçmeden önce, Sanayi Devrimi'nin oluşumuna katkıda bulunan diğer devrimleri incelemek gerekir. Öncelikli olarak Sanayi Devrimi'nin oluşumunun en önemli sebebin, bilimsel devrim; 17. Yy. başlarından itibaren, dinin etkisinden kurtulmaya başlayan bilimsel çalışmalar olduğu söylenilebilir. Ardından da, bilimsel gelişimin tetiklediği teknolojik buluşlar ve Avrupa'da başlayan Tarım Devrimi, Sanayi Devrimi'nin kapılarını açtı. ( Bu konularla ilgili, linklerden detaylı bilgi bulabilirsiniz. )

Şehirlerin düzeni nasıl değişti? Sanayileşmeye başlayan ülkeler -başta İngiltere olmak üzere.- , tarımsal üretimdeki istihdam ihtiyacının azalmasına paralel, fabrikalardaki istihdam ihtiyacının artmasıyla nüfusun yoğunlaşmasına tanık oldular. Avrupa'nın toplam nüfusu; 1750'de 140 milyon, 1800'de 180 milyon, 1850'de 270 milyon, 1900'de 400 milyona ulaştı. 1850 yılında, İngiltere'de toplam nüfusun %50sinden fazlası 100 bin ve daha fazla nüfuslu şehirlerde yaşamaya başlamıştı, Almanya bu orana 1900, Fransa 1930 yılında ulaşabildi. ( Doç. Dr. İhsan Bilgin, Yapı Üretiminde Ürün-Süreç İlişkisi, YTÜ Yayını 1994 ) Özellikle taşımacılık açısından avantaj sağlayan liman kentlerinde, nüfus artışı inanılmazdı. Örneğin Liverpool'da nüfus; 1600lerde 2,000 , 1700lerin başında 6,000 , 1750'de 20,000 , 1790'da 53,853 , 1800lerin başında 80,000 , 1821'de 118,972 , 1831'de 205,416 , 1841'de 286,487 kişiye ulaşmıştı. 1850'de İngiltere'nin toplam nüfusunun, 1800'deki toplam nüfusunun iki katı olduğunu da eklersek, liman kentlerindeki muazzam büyümeyi daha iyi canlandırabiliriz gözümüzde.

Şehirlere akın etmek zorunda kalan insanlara, barınabilecekleri yerleri yaratma zorunluluğu pek de önemsenmedi başlarda. Bunun da karlı bir yatırım olacağı anlaşılana kadar. Şehirlerin çevresinde bulunan tarlaların, tarımdan elde edilebilecek gelirden daha büyük bir gelir potansiyeli sunması, bu büyük arazilerin sahiplerini konut üretimine sevketti. Bu dönem, serbest piyasa dönemi olarak kabul edilmektedir ve 1920lere kadar sürmüştür. Bu dönem içerisinde, kamunun müdahelesi minumum seviyedeydi, bu yüzden de konut üretimi, tamamen arazinin maksimum ölçüde kullanılması prensibine dayanmaktaydı. Bu yüzden de çoğu zaman sağlıkla ilgili zorunluluklar göz ardı edilebiliyordu. Örneğin Rochdale'de 10 bin konut birimine, 750 WC düşmekteydi. ( her birimde en az üç kişi yaşadığını düşünürseniz, toplama kamplarından pek farklı olmayan bir yerleşim görebilirsiniz. )

Toprağın değeri artarken yayılmak yerine, yükselmenin yolları da aranmaya başladı. Çelik üretim tekniklerindeki gelişme, su pompa sistemlerinin geliştirilmesi , asansör sistemlerinin bulunması, gökdelen yapımının önünü açtı ve özellikle Amerika'da -başlıcaları New York ve Chicago'da- yaygınlaştılar. Gökdelenler aynı zamanda kentin gücünü de temsil etmekteydi ve tabiki gökdelenin sahibi şirketin de. Bunun yanında, gelişen yeni ulaşım araçları, elektrik, havagazı gibi diğer altyapı değişimleri de şehirlerin planlanmasında büyük değişimler geçirmesini zorunlu kılıyordu. Bu yeni altyapı donatıları da şehre prestij sağlayan önemli özelliklerdi.

Nüfus yoğunluğundaki artış, sadece şehirlerin görüntülerini değil, sosyal yapılarını da büyük ölçüde değiştirdi. Suç oranında yaşanan artışlar, tifo gibi salgın hastalıklar, küçülen aileler, zor çalışma şartları, çocuk işçiler vd. anti-ütopyaların gerçek dünyadaki görünümleri oldular uzun müddet.

Şimdilik bu kadar, serinin devamında bilimkurgu yazarlarının şehirlerini, yarattıkları dönemlerle beraber incelemeye başlayacağım, ara ara bir iki eklenti de olacaktır muhakkak.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home