25 Kasım 2005

Isaac Asimov'un Vakıf Dünyası

Çok fazla inceleyemedim daha, ancak baktığım kadarıyla gerçekten tebrik edilmesi gereken bir çalışma olmuş. Asimov'un Vakıf serisindeki sanıyorum her şeyi ( dediğim gibi fazla incelemedim daha ); bütün karakterler, tarihsel bilgiler, robotlar, galaksi haritaları vs. vs. ansiklopedi gibi düzenlemiş Mike Carlin isimli arkadaş. Eğer Asimov'un Vakıf Serisi'ni okuduysanız ve aklınızda bazı soru işaretleri kalmışsa mutlaka inceleyin. Yok eğer okumadıysanız, Vakıf Serisinin ne kadar geniş bir dünya yarattığını görmeniz için iyi bir fırsat olur.
Siteyi hazırlayanların uyarısını da ekleyeyim :

Warning: This site contains many spoilers. YOU HAVE BEEN WARNED

Buyrun buradan.

devamı...

24 Kasım 2005

Galakside otostop çekmek istemez misiniz?

İşte fırsat. Stoklarla sınırlı değil, zamanla sınırlı değil, taksit yok, peşin yok, zaten paraya ihtiyacınız da yok. Sadece havlunuzu alın yanınıza ve Ford Prefect'le yolculuğa başlayın.
Uzattım...
Her Otostopçunun Galaksi Rehberi'nin text adventure oyunu ( Amerika'dan yeni gelmedim, İngiltere'nin köpeği hiç değilim, "bark"lamam, "hav"larım! Türkçe yazsaydım: "Yazıya dayalı macera oyunu" size ne kadar anlam ifade ederdi bilmiyorum. Bana etmezdi. Bu lüzumsuz açıklamadan sonra okumaya devam edin efendim. ) yine text bazlı ancak grafikler eklenmiş olarak oynayabileceksiniz. Çocukluğum geldi aklıma, ilk defa neredeyse "sıfır" İngilizce ile "Zork" ( Nereden bulduysam?! ) oynamaya çalışmıştım. Nefret etmiştim, sonrasında "Blue Max"ten şaşmamıştım. Ne zamanki 386 çağlarım geldi, o zaman anlayabildim kıymetini. Leasure Suit Larry sayesinde :-)

BBC Radyosunun sitesinden bu güzel oyunu oynayabilir, galakside Ford Prefect'le dolaşmanın keyfine varabilirsiniz. Oyunda zorlanırsanız üzülmeyin, birçok cesur insan oturup ağlamıştır bu oyun yüzünden.
Havlunuzu unutmayın ve

devamı...

22 Kasım 2005

Bilimkurgu nedir, ne değildir?

Bilim kurgu mu, bilimkurgu mu sorusu kafamı kurcalarken aklıma geldi, nereden çıktı bu tanım?
Bildiklerimi doğrulatmak için biraz internette araştırdım, eski kitaplar açıldı, gecenin bir vakti başka bir işim yokmuş gibi dilbilim araştırmacısı kimliğine büründüm.
Bazen Dr. Jekyll'ın bulduğu formülün sade kahve ya da alkol olduğuna inanıyorum. Benim Mr. Hyde'ımı ortaya çıkaran -bu gecelik- kahve oldu.

Bilimkurgu çok yeni bir tür, öncülü olarak Mary Shelley'i kabul ederseniz sadece 180 yıllık. Bu türün tanımlanması ise sadece 80-90 yıl önce gerçekleşebildi. Bu kadar kısa bir tarihe sahip olması, bu türün sınırlarının muğlaklığını açıklamak için önemli bir nokta.

1908 yılından itibaren Modern Electrics isimli, ana konusu yeni bilimsel gelişmeleri duyurmak ve günlük hayata etkilerini açıklamak olan derginin kurucusu, Hugo Gernsback ilk tanımı yaptı. Scientific Fiction - Bilimsel Kurgu. Gernsback, derginin Bilim ve Buluş sayfalarında, scientific fiction adını verdiği makaleler yayınlamaya başladı. Hatta Amazing Stories dergisinin ilk ismi bu kelimelerden uydurduğu, "Scientifiction"dı. Daha sonra 1929 yılında son halini aldı: science fiction - bilimkurgu. Tanımlayan kelime bulundu, peki tanımlanan tür! Neydi bilimkurgu? Gernsback'a göre;
" Bilimsel olgular ve kehanetlerle karışmış, düşsel, sürükleyici bir öykü...
Bu şaşırtıcı öyküler yalnızca tutkulu okumalar olarak kalmamalı, aynı zamanda eğitici de olmalı. Bugün bizim için bilimkurgu olanların, yarın gerçekleşme olasılığı hiç de imkansız değildir."
Gernsback'in "How Science Fiction Got Its Name" makalesini buradan okuyabilirsiniz.

Örneğin bir başka tanım: "Düşsel, mantıklı tahminler" ( Pierre Versins ),
bir başkası: "dış dünyalara açılmak yerine, iç dünyalara övgü" ( J.G. Ballard ),
bir başkası: "hergün yaşadığımız içsel ve dışsal deneyimlerimizin eğretileme oyunlarıyla olağanüstü biçimde ele alındığı bir edebiyat." ( Christoper Priest ),
ya da şuna bakın: "Bilimkurgu masalsı hayalgücünün edebiyatıdır. Bilimkurgu öykülerinde mekan ve zaman makineleri bizi kendimizin, dünyamızın, tanıdığımız tüm gerçekliğin ötesine, gelecekte ve uzak gezegenlerde hiçbirimizin görmediği uzak gerçekler dünyasına taşır. Bilimkurguda bilmediğimiz güçlere, dünyaüstü varlıklara ve bize olanaksız gibi görünenlerin mümkün olduğu büyülü dünyalara rastlarız. Bu harikalar, olağandışı bakış açıları bilimkurgunun gerçek özünü, büyüleyiciliğin kaynağını oluşturur. Bunlar olmadan bilimkurgu diğer herşeye benzerdi:olağan, tanıdık, sıradan, alışılmış..." ( Alaexei ve Cory Panshin )

Karmaşanın içinden çıkılabilecek gibi değil.Pierre Versins'in "Ütopya, Olağanüstü Geziler ve Bilimkurgu Ansiklopedisi" isimli kitabında 802. sayfada (!) yazdığı cümle muğlaklığın yarattığı çaresizliği güzelce açıklıyor: " Eğer bu noktaya kadar okuduklarınızdan hala ne olduğunu anlayamadıysanız... ". Çok net değil mi? 800 sayfada bile açıklanabildiğine yazarın da inancı yok. Ama akıllı okuyucu algılamıştır -umarım- çaresizliğini anlamak zor değil.

Bilimkurgu özünde bilimsel temele dayanıyor, bununla ilgili kimsenin sıkıntısı yok. Latince scientia-bilgi kökeninden gelen bilim nedir?
Einstein şu tanımı yapmış : Her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabasıdır.
Russel ise şunu : Gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabasıdır.

Gözlemek, akıl yürütmek, hipotez üretmek, deneye tabi tutmak ve sonunda daha iyi bir kuram ortaya çıkıncaya kadar "doğru" kabul edilecek kuramı oluşturmak. Bilim tarihi çürütülmüş hipotezler ve geliştirilmiş kuramlarla dolu.

Bilimkurgu yaratıcıları, öyle ya da böyle yarattıkları dönemlerin bilimsel gerçekliklerine uymaya çalışırken -ya da esinlenirken-, kendi akıl yürütmeleri sonucu hipotezler oluşturarak düşsel hikayeler oluşturlar. Dolayısıyla da ilerleyen dönemlerde bilimkurgu olarak görülmeme şansları yüksektir. Ya da yarattıkları hipotezler o dönem için çok akıl dışı görünüp, ileride bilimkurgu kabul edilebilirler. Bu kadar esnek bir düzlemde yer alan bilimkurguyu -keskin sınırlarla- tanımlamak gerçekten zor. Ama aynı zamanda bilimkurguyu bu kadar özel kılan da bu esneklik.

Benim kendi görüşümce bilimkurgunun bazı sınırları var; birincisi, mantık sınırları dahilinde olması. İkincisi, kökleri mitlere, halk öykülerine ve peri masallarına dayanan Fantastik kurgudan farklı olarak, gerçekleşebilirliği.
Ve şu ana kadar okuduğum tanımlamalar içerisinde en basit ve doğru bulduğum:"Düşsel, mantıklı tahminler"

Dip Not: Bilimkurguyla ilgili dağıtılan ödüllerin en önemlilerinden birisi olan Hugo ödülü, Hugo Gernsback'in anısına verilmektedir.

devamı...

18 Kasım 2005

Isaac Asimov - Son Soru


Yıllar önce hatırlayamadığım bir nedenden dolayı taramıştım bu kısa öyküyü, öykünün önsözünü Robotlar ve Yapay Zeka VI da okuyabilirsiniz. Asimov'un yapay zekaya sahip bilgisayarlar hakkında 1959'da yazdığı bu kısa öykü, Türkiye'de ve yayınları tarafından, Adalet Celbiş'in çevirisi ile yayımlanan, kısa öykülerden oluşan bir kitaba isim de olmuştur. Başka bir toplama kitapta var mı, bilemiyorum. Kitap hakkında detaylı bilgiyi Bilimkurgu 2000 sitesinden bulabilirsiniz.

SON SORU

Son soru ilk kez 21 Mayıs 2016'da insanlık ışığa henüz yeni adım attığında soruldu. Sorulma nedeni beş dolarlık bir bahisti. Şöyle oldu:

Alexander Adell ve Bertram Lupov, Multivac'ın iki sadık teknisyeniydi. Dev bilgisayarın soğuk, tıkırdayan, ışıkları yanıp sönen yüzünün arkasında ne olduğunu bir insan ne kadar bilebilirse, onlar da o kadarını biliyorlardı. Hiç olmazsa artık tek bir insanın bütününü asla bilemediği devrelerin ve aktarıcıların genel planı hakkında birazcık bilgileri vardı.

Multivac gereken ayarlama ve düzeltmeleri kendi kendine yapıyordu. Böyle de olması gerekiyordu çünkü insan eli ile bu işlemlerin yeterince süratle ve doğrulukla yapılması mümkün değildi. Bu yüzden Adell ve Lupov bu dev üzerinde ancak yüzeysel ve çok kısıtlı çalışmalar yapabiliyorlardı. Verileri ona yüklüyorlar, sorularda gereken değişiklikleri yapıyor ve çıkan yanıtları tercüme ediyorlardı. Onlar ve onlar gibi olanlar Multivac'ın zaferinden pay çıkarma hakkına kesinlikle sahiptiler.

Onlarca yıldır Multivac insanın Ay'a, Mars'a ve Venüs'e gitmesini sağlayan gemileri dizayn etmişti. Bunların ötesine gitmeye yeryüzünün fakir düşmüş kaynakları elvermiyordu. Uzun yolculuklar için çok fazla enerji gerekiyordu. İnsan yeryüzündeki kömür ve uranyumu gittikçe artan bir ustalıkla kullanmıştı ama artık her şey tükenmek üzereydi.

Fakat Multivac yavaş yavaş daha derin ve daha kapsamlı sorunları çözümleyebilecek kadar bilgilendi ve 14 Mayıs 2061'de o ana kadar teori olan gerçek oldu.

Güneşin enerjisi depolandı, dönüştürüldü ve tüm gezegende doğrudan kullanılmaya başlandı. Bütün dünya bitmek üzere olan kömürü yakan, uranyum fizyonunu gerçekleştiren düğmeleri kapatıp Ay ile dünyaya eşit uzaklıkta yeryüzünün çevresinde dönen bir mil çapında küçük bir istasyona bağlandı. Artık tüm yeryüzü güneş enerjisinin görünmez ışınları ile çalışıyordu.

Bu müthiş zaferin kutlamaları yedi gündür sürüyordu ve henüz sona erecek gibi de görünmüyordu. Adell ve Lupov en sonunda kalabalıktan kaçıp onları kimsenin aramayı akıl edemeyeceği bir yere saklanmışlardı. Bu yer Multivac'ın muazzam bedeninin bir kısmının görüldüğü yeraltı bölmelerdi. Bir tatili kesinlikle hak eden Multivac da başında kimse olmadan tembel tıkırtılarla verileri düzene sokuyordu. Teknisyenler bu duruma saygı duydular ve onu rahatsız etmeyi -. başlangıçta- akıllarına getirmediler. Yanlarında bir şişe getirmişlerdi ve bütün istedikleri içkinin eşliğinde birlikte rahatlamaktı.

"Düşünecek olursan, ne kadar şaşırtıcı bir şey" dedi Adell.

Geniş yüzünde yorgunluk çizgileri vardı. Cam bir kamışla yavaş yavaş içkisini karıştırarak bardağın içindeki buz parçalarının hareketini seyrediyordu.

"Sonsuza kadar kullanabileceğimiz bedava enerjiye sahibiz. Örneğin onu yer küreyi eritip kocaman bir katışık demir damlasına dönüştürmekte kullansak, harcanan kısmı devede kulak bile olmaz. Artık sonsuza kadar ihtiyacımız olan enerjiden çok daha fazlasına sahibiz."

Lupov başını yana eğdi. Birisi ile zıtlaşmak istediğinde böyle yapardı. Şimdi de zıtlaşmak istiyordu, kısmen de içki şişesini, buzları ve bardakları o taşımak zorunda kaldığı için. . "Sonsuza kadar değil" dedi.

"Haydi canım, hemen hemen sonsuza kadar. Güneş bitinceye kadar, Bert."

"Bu sonsuza kadar demek değil."

"Pekala öyleyse. Milyarlarca yıl. Yirmi milyar belki. Tatmin oldun mu?"

Lupov parmaklarını seyrekleşmiş olan saçlarının arasından geçirdi ve içkisinden küçük bir yudum aldı.

"Yirmi milyar yıla sonsuzluk denmez."

"Sonuçta insanlar yaşadıkça onlara yetecek değil mi?" "Uranyum ve kömür de yeterdi."

"Tamam ama her bir uzay gemisini Solar İstasyona bağlayabiliriz ve gemiler yakıt kaygısı olmadan Pluto'ya milyon kez gidip gelebilirler örneğin. Ne Uranyum ne de başka bir kaynakla bunu yapamazsın. Bana inanmıyorsan, Multivac'a sor."

"Sormama gerek yok, biliyorum."

"O zaman Multivac'ın bizim için yaptıklarını küçümse-meyi bırak" dedi Adell. Öfkelenmişti. "Müthiş bir iş başardı."

"Başarmadı diyen yok ki. Ben yalnızca güneş sonsuza kadar yetmez diyorum. Bütün söylediğim bu. Yirmi milyon yıl güvendeyiz, tamam, peki sonra?"

Lupov hafifçe titreyen parmağını ona doğru salladı. "Sakın başka bir güneşe geçeriz deme."

Bir süre sessizlik oldu. Adell aralıklarla içkisini yudumladı ve Lupov'un gözleri kapandı. Gevşediler.

Sonra Lupov aniden gözlerini açtı. "Bizim güneşimiz bittiğinde bir başka güneşe geçeceğimizi düşünüyorsun değil mi?"

"Hiçbir şey düşünmüyorum."

"Düşünüyorsun. Sende mantık zafiyeti var. Senin sorunun bu. Aniden sağanağa yakalanan ve ormana koşup bir ağacın altına sığınan bir adam gibisin. Islanmaktan korkmazsın çünkü o ağaç olmazsa daha sık yapraklı başka bir ağacın altına sığınabileceğini düşünürsün."

"Anladım" dedi Adell, "Bağırma. Güneşin sonu geldiğinde öteki yıldızların da sonu gelmiş olacak."

‘Tabii gelmiş olacak’ diye mırıldandı Lupov. "Hepsi orijinal kozmik patlama ile oluştu -o her neyse ve bütün yıldızların zamanı bittiğinde onunki de bitecek. Bazıları diğerlerinden daha çabuk tükenir. En büyükleri yüz milyon yıl bile yaşamaz. Güneş yirmi milyar yaşayacak, cüceler belki yüz milyar, en fazla. Ama bir trilyon yıl sonra her şey karanlık olacak. Entropi (enerji yayılım ve dağılımı; ısının ve öbür enerji biçimlerinin yayılıp yavaş yavaş kaybolması eğilimi. ç.n.) mutlaka maksimuma ulaşır, o kadar."

"Entropinin ne olduğunu biliyorum" dedi Adell gururunun incindiğini belli ederek.

"Bok biliyorsun."

"En azından senin kadar biliyorum."

"Öyleyse her şeyin bir gün tükenmek zorunda olduğunu, biliyorsun."

"Aman tamam, tamam. Bitmez diyen oldu mu?"

"Sen dedin. 'Sonsuza kadar ihtiyacımız olan tüm enerjiye sahibiz' dedin. 'Sonsuza kadar' dedin."

Zıtlaşma sırası Adell'e gelmişti. "Belki bir gün yeni bir yol buluruz" dedi.

"Asla."

"Neden olmasın? Bir gün."

"Asla."

"Multivac'a sor."

"Multivac'a sen sor. Haydi bakalım. Beş dolara bahse giriyorum, olmaz."

Adell bunu deneyecek kadar sarhoş, soruyu gerekli sembollerle soracak ve işlemleri yapacak kadar ayıktı. Soru yaklaşık olarak şöyleydi: İnsanlık bir gün güneş yaşlanıp öldüğünde net enerji kaybı olmaksızın onu yeniden genç haline döndürebilecek mi?

Ya da daha basitleştirip şöyle diyebiliriz: Evrendeki net entropi miktarı çok büyük ölçüde nasıl azaltılabilir?

Işıkların yanıp sönmesi yavaşladı, uzaktan gelen bağlantı devrelerinin tıkırtıları durdu. Multivac öldü.

Sonra, ödü kopmuş teknisyenlerin artık nefeslerini daha fazla tutamayacakları anda birden canlandı, yazıcısı çalışmaya başladı. Çıkan kağıtta şu kelimeler yazılıydı: ANLAMLI BİR YANIT İÇİN YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL.

Sabah olduğunda akşamdan kalma iki arkadaşın kafaları ağrıdan çatlıyordu. Bir gece önceki olayı tümüyle unuttular.

Jerrodd, Jerrodine ve Jerrodette I ve II vizi-ekrandaki yıldızların görüntüsüne bakıyordu. Gemi zamanın olmadığı dış-uzaydan geçişini tamamladı. Yıldız yağmurunun tam ortasında aniden bir parlak mermer disk belirdi.

Jerrodd kendinden emin, "Bu X-23" dedi. Heyecandan sımsıkı arkasında birleştirdiği küçük ellerinin eklemleri bembeyaz olmuştu.

Küçük Jerodettelerin (ikisi de kız) dış-uzay geçidinden ilk geçişleriydi. Bir anlık içerde — dışarıda olma duygusu onları etkilemişti. Kıkırdayarak annelerine koştular. "X-23'e geldik! X-23'e geldik! X-"

"Susun çocuklar" dedi Jerrodine sertçe. "Emin misin Jerrodd?"

Jerrodd "Emin olmayacak ne var?" diye sordu tavanın biraz aşağısındaki şekilsiz metal çıkıntısına bakarak. Çıkıntı oda boyunca uzanıyor, her iki duvarın içinde kayboluyordu. Uzunluğu geminin uzunluğu kadardı.

Jerrodd'un bu kalın metal kablo hakkında bütün bildiği isminin Microvac olduğu ve bir soru sorulduğunda yanıt verdiğiydi. Canınız soru sormak istemediği zamanlarda da yaptığı görevler vardı; Gemiyi önceden belirlenen yere ulaştırmak, çeşitli galaktik enerji istasyonlarından beslenmek, dış-uzay sıçramaları için gerekli hesapları yapmak gibi.

Jerodd ve ailesine gemideki rahat dairelerinde beklemekten başka yapacak bir şey kalmıyordu.

Bir zamanlar birisi Jerodd'a 'Microvac'ın sonundaki 'ac'ın İngilizcede 'analog computer' anlamına geldiğini söylemişti ama bunu bile pek aklında tutamıyordu.

Jeroddine'nin vizi-ekrana bakan gözleri yaşlıydı. "Elimde değil. Dünyadan ayrılmak bana zor geliyor."

"Neden zor olsun canım?" dedi Jerodd. "Orada hiçbir şeyimiz yoktu. X-23'te her şeyimiz olacak. Yalnız olmayacaksın. Öncü göçmen olmayacaksın. Gezegende şimdiden bir milyonun üzerinde insan bulunuyor. Düşünsene, torunlarımızın torunlarının zamanında X-23 o kadar kalabalık olacak ki, yeni dünyalar arayacaklar." Bir süre düşüncelere daldı sonra, "İyi ki bilgisayarlar uzayda yolculuk yapmayı mümkün kıldılar. İnsan ırkı o kadar hızlı çoğalıyor ki."

Jeroddine çok mutsuz, "Biliyorum, biliyorum" dedi.

Jeroddette atıldı, "Bizim Microvac'ımız dünyanın en iyi Microvac'ı."

Jerrodd onun saçlarını okşayarak, "Ben de öyle düşünüyorum" dedi. İnsanın kendi Microvac'ı olması çok hoş bir şeydi. Jerrodd daha erken doğmamış olduğu için memnundu. Babasının gençliğindeki bilgisayarlar inanılmaz büyüklükteydiler. Her gezegende yalnız bir tane bulunurdu. Gezegen AC'si denirdi onlara. Teknolojinin gelişmesi sayesinde transistörlerin yerini moleküler vanalar almıştı. Böylece artık en büyük AC bile bir uzay gemisinin yarısı kadardı.

Kendi özel Microvac'ının güneşi ilk zapt eden o eski ve ilkel multivac'a kıyasla ne kadar gelişmiş olduğunu düşündü ve keyiflendi. Jerrodd'un bilgisayarı dış-uzay sorununu ilk çözen ve böylece yıldızlara yolculuğu mümkün kılan Dünya'nın Gezegen AC'sinden bile çok üstündü.

Kendi düşüncelerine dalan Jerroddine içini çekti, "Ne kadar çok yıldız, ne kadar çok gezegen var. Bana kalırsa aileler bizim şimdi yaptığımız gibi yeni yeni gezegenlere gitmeyi sürdürecek, sonsuza kadar."

"Sonsuza kadar değil" dedi Jerrodd gülümseyerek. "Bir gün bu duracak ama daha milyarlarca yıl sürer. Yıldızların bile sonu gelir biliyorsun. Entropi durmadan artar."

Jerroddette II incecik sesiyle, "Entropi nedir baba?" diye sordu.

"Entropi, tatlım, evrenin ne miktarda bittiğini anlatan bir sözcüktür. Her şey biter, senin küçük yürüyen-konuşan robotun gibi."

"Peki, sen evrene yeni bir güç ünitesi takamaz mısın, robotuma yaptığın gibi?"

"Yıldızların kendileri güç üniteleridir canım. Onlar bir kere bitti mi, yenisi yoktur."

Jerrodett I avaz avaz ağlamaya başladı. "Buna izin verme baba. Yıldızların bitmesine izin verme!"

Jerroddine kızmıştı, "Beğendin mi yaptığını?" diye fısıldadı.

Jerrodd da fısıltıyla, "Korkacağını nereden bilebilirdim?" dedi.

Jerrodette I, "Microvac'a sor" dedi. "Yıldızları yeniden nasıl çalıştıracağını ona sor."

"Haydi, sor" dedi Jerrodine, "o zaman susarlar." (Jerrodette II de ağlamaya başlamıştı.)

Jerrodd çaresizce omuzlarım silkti. "Tamam, güzellerim, tamam. Microvac'a soracağım. O bize söyler. Üzülmeyin."

Microvac'a sordu. 'Yanıtı print et' emrini de ekledi.

Jerrodd çıkan selofilm şeridini eline aldı ve neşeli bir tavırla, "Gördünüz mü, Microvac zamanı gelince her şeyi halledeceğini, merak etmemenizi söylüyor" dedi.

Jerrodine, "Ve şimdi yatma vakti çocuklar" dedi, "Yeni evimize varmamıza çok az kaldı."

Jerrodd selofilmi yok etmeden önce üzerindeki yazıyı dikkatle okudu: ANLAMLI YANIT İÇİN YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL.

Omuzlarını silkti ve vizi-ekrana baktı. X-23'e çok yaklaşmışlardı.

Lamethli VJ-23X Galaksinin üç boyutlu, küçük ölçüt haritasına bakarak, "Acaba bu konuda bu denli kaygılanmakta haklı mıyız?" dedi.

Nicron'lu MQ-17J başını hayır anlamında salladı. "Hiç sanmıyorum. Şu andaki çoğalma hızımızla beş yıl içinde tüm Galaksi dolmuş olacak, biliyorsun."

İkisi de yirmili yaşların başlarındaydı. İkisi de uzun boylu ve kusursuz görünümlüydüler.

"Yine de" dedi VJ-23X, "Galaksi Konseyine karamsar bir rapor verip vermeme konusunda kararsızım. Onları huzursuz etmek istemiyorum."

"Başka türlü bir rapor vermemiz olası değil diye düşünüyorum. Bırak biraz huzursuz olsunlar. Onları huzursuz etmeye mecburuz."

VJ-23X içini çekti. "Uzay sonsuzdur, elimizin altında yüz milyar Galaksi var. Hatta daha bile fazla."

"Yüz milyar sonsuz demek değildir! Gittikçe de daha az sonsuz oluyor! Düşünsene! Yirmi bin yıl önce insanlık yıldızların enerjisini kullanmaya başladı. Birkaç asır sonra da gezegenler arası yolculuk yapmak mümkün oldu. İnsanlığın küçücük bir gezegeni doldurması bir milyon yıl aldı. Galaksinin geri kalanını doldurması ise yalnızca on beş bin yıl! Şimdi nüfus her on yılda bir ikiye katlanıyor"

VJ-23X onun sözünü kesti. "Bunun nedeni artık ölümsüz olmamız tabii."

"Tamam, pekala. Onu da hesaba katmamız gerekiyor ama ölümsüzlüğün tatsız bir yanı da var. Galaktik AC pek çok sorunumuza çözüm buldu ama yaşlanmayı ve ölümü ortadan kaldırmakla daha önceki tüm çözümlerini geçersiz kıldı."

"Yaşamdan vazgeçmek istemezdin değil mi?"

"Tabii istemezdim!" dedi MQ-17J sertçe. Sonra hemen yumuşadı, "Henüz değil. Daha çok gencim. Sen kaç yaşındasın?"

"iki yüz yirmi üç. Sen?"

"Ben henüz iki yüz olmadım. Neyse konuya dönelim.

Nüfus her on yılda bir iki misli oluyor. Galaksimiz dolduğunda bir başka galaksiyi on yıl içinde dolduracağız. Bir on yıl sonra iki tanesini daha, sonraki on yılda dört tanesini. Yüz yıl sonra binlerce galaksiyi doldurmuş olacağız. Bin yıl sonra bir milyon galaksiyi. On bin yılda bilinen evrenin tümünü Sonra ne olacak?"

VJ-23X, "Bir de nakliye sorunu var. Bir galaksi dolusu insanı başka bir galaksiye taşımak için kaç güneş birimi güç gerekir acaba?" dedi.

"Çok iyi düşündün. Daha şimdiden insanlık yıl başına iki güneş birimi güç tüketiyor."

"Çoğu da ziyan oluyor. Yalnız bizim galaksimiz yılda binlerce güneş birimi güç üretiyor ve biz yalnızca iki tanesini kullanıyoruz."

"Haklısın ama yüzde yüz randımanla kullansak bile sonu ertelemekten başka bir şey yapmış olmayız. Enerji gereksinimimiz geometrik dizi ile nüfusumuzdan bile hızlı artıyor. Daha galaksileri bitirmeden enerjiyi tüketmiş olacağız. Çok haklısın. Gerçekten çok haklısın."

"Uzay gazlarından yeni yıldızlar yapmak zorunda kalacağız."

"Ya da har vurup harman savurduğumuz ısımızı kullanarak yaparız bunu" dedi MQ-17J, acı acı alay ederek.

"Entropiyi tersine çevirmenin bir yolu olmalı. Galaktik AC'ye soralım."

VJ-23X bunu söylerken pek ciddi değildi ama MQ-17J cebinden AC bağlantı aletini çıkardı ve masanın üzerine koydu.

"Evet, benim de biraz buna aklım yattı" dedi. "Çünkü bu insanlığın eninde sonunda karşılaşacağı bir sorun."

Küçük AC bağlantısına düşünceli gözlerle baktı. Küçücük bir kutuydu bu. İçinde de hiçbir şey yoktu ama dış-uzay kanalı ile tüm insanlığa hizmet veren büyük Galaktik AC’ ye bağlıydı. Dış-Uzay düşünülürse Galaktik AC'nin bütünleyici bir parçasıydı. MQ ölümsüz yaşamında bir gün gelip Galaktik AC’ yi gözleri ile görüp göremeyeceğini düşünüyordu. AC kendi küçük gezegenindeydi. Eski ilkel moleküler vanaların yerini güç-ışınlarının maddeyi tutan örümcek ağları almıştı. Eterik ötesi çalışmasına karşın Galaktik AC'nin binlerce metre uzunluğunda olduğu biliniyordu.

MQ-17J birden AC bağlantısına sordu, "Entropinin tersine çevrilmesi mümkün mü?" VJ-23X şaşırmıştı.

"Şey, bunu sormanı gerçekten istememiştim" dedi.

"Neden olmasın?"

"Geriye döndürülemeyeceğini ikimiz de biliyoruz. Külleri ve dumanı yeniden bir ağaca dönüştüremezsin."

MQ-17J, "Senin gezegeninde ağaç var mı?" diye sordu.

Galaktik AC'nin sesi konuşmalarını kesti. Masanın üstündeki küçük AC bağlantısından gelen sesi ince ve çok güzeldi. Şöyle dedi: "ANLAMLI BİR YANIT İÇİN YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL."VJ23X, "Gördün mü!" dedi.

İki adam bunun üzerine Galaktik konseye sunacakları rapora döndüler. Birinci Zee yeni Galaksiyi ve içindeki sayısız yıldızları zihinsel olarak, pek ilgi duymadan taradı. Hiçbir yıldızı gözleri ile görmemişti. Acaba görebileceği bir an gelecek miydi? O kadar çok yıldız var ki! Hepsi de insanlarla yüklü. Ama artık bu yük neredeyse ölümcül bir ağırlık haline gelmişti. İnsanların çoğunluğu artık burada, uzay boşluğunda yaşıyordu.

Ama zihinleri, bedenleri değil! İnsan bedenleri çağlardır -gezegenlerde uykudaydı. Arada bir bazı aktiviteler için canlandıkları oluyordu ama bu gittikçe seyrekleşiyordu. Pek az yeni birey hayata geliyor inanılmaz büyüklükteki kalabalığa katılıyordu ama insanlık bunu sorun etmiyordu. Evrende yeni insanlar için artık yer yoktu.

Birinci Zee zihnine başka bir zihnin ipek dokunuşu ile düşüncelerinden sıyrıldı.

"Ben Birinci Zee" dedi, "Sen?"

"Ben Dee Sub Wun. Galaksin?"

"Biz ona yalnızca Galaksimiz diyoruz. Seninki?"

"Biz de bizimkine öyle diyoruz. Bütün insanlar Galaksiye yalnızca Galaksimiz der. Neden olmasın?"

"Doğru. Zaten bütün Galaksiler birbirinin aynı."

"Hepsi değil. İnsanların ilk ortaya çıktığı bir Galaksi olmalı. Bu onu farklı yapar."

Birinci Zee, "Hangisi bu?" diye sordu.

"Bilemiyorum. Evrensel AC bilir." "Soralım mı ona? Birden merak ettim."

Birinci Zee'nin algılamaları o kadar genişledi ki Galaksiler büzülüp küçüldüler ve çok daha büyük bir arka planın üstüne serpildiler. Zihinleri özgürce uzayda dolaşan ölümsüzlerle yüklü yüzlerce milyar Galaksi. Bir tanesi, çok eski ve belirsiz bir zamanda içinde insan olan tek Galaksiydi.

Birinci Zee o Galaksiyi görmeyi çok merak etti ve seslendi: "Evrensel AC! İnsanlık ilk hangi Galakside var oldu?"

Evrensel AC soruyu duydu, uzaydaki her şeyi duyardı. Alıcıları hep hazır durumdaydı ve her alıcısı dış-uzayın bilinmeyen bir yerinde her şeyden çok uzak ve soğuk AC’ ye her şeyi bildirirdi.

Birinci Zee, düşünceleri Evrensel AC’ yi algılayabilecek mesafeye yaklaşabilmiş yalnızca tek bir insan tanımıştı. O da elli-altmış santim çapında parlak bir küreyi şöyle böyle görür gibi olmuş.

Birinci Zee ona "Ama Evrensel AC o kadarcık bir şey olabilir mi?" diye sormuştu.

"Büyük bölümü Dış-Uzayda" yanıtını almıştı. "Biçimi nasıldır bilemiyorum."

Bunu kimse bilmiyordu çünkü Evrensel AC’ ye insan elinin katkısı olmayalı çok uzun bir süre geçmişti. Her Evrensel AC kendinden sonrakini kendisi dizayn ediyor ve yapıyordu. Her biri milyonlarca yıllık ömrü boyunca kendinden daha üstünü yapmasını sağlayacak verileri topluyordu. Kendi data birikimi ondan sonra gelenin datasının altında depolanıyordu.

Evrensel AC Birinci Zee'nin düşüncelerini böldü. Sözcüklerle değil, rehberlik ederek. Birinci Zee'nin zihni bulanık Galaksiler okyanusuna götürüldü. Galaksilerin bir tanesi büyütüldü ve yıldızları seçildi.

Sonsuz bir mesafeden sonsuz netlikte bir düşünce geldi. "İNSANLIĞIN İLK GALAKSİSİ BUDUR."

Diğer Galaksilerden farklı bir özelliği yoktu, Birinci Zee hayal kırıklığına uğramıştı.

Oraya kadar ona eşlik etmiş olan Dee Sub Wun'un zihni birden sordu, "Ve bu yıldızlardan biri insanlığın ilk gezegeni, öyle mi?"

Evrensel AC, "İNSANLIĞIN İLK YILDIZI NOVA OLDU. O ARTIK BİR BEYAZ CÜCE" dedi.

Birinci Zee şaşırmıştı, düşünmeden sordu, "Üzerindeki insanlar öldüler mi?"

Evrensel AC yanıt verdi: "BÖYLE DURUMLARDA OLDUĞU GİBİ FİZİKSEL BEDENLERİ İÇİN ÖNCEDEN YENİ BİR DÜNYA İNŞA EDİLDİ."

"Ah, tabii" dedi Birinci Zee ama nedense bir yitirmişlik hissi duydu. Zihninde insanlığın ilk Galaksisini salıverdi. Galaksi bulanık mavi noktaların arasında kayboldu. Onu bir daha asla görmek istemiyordu.

Dee Sub Wun, "Ne oldu sana?" dedi.

"Yıldızlar ölüyor. İlk yıldız öldü."

"Hepsi ölür. Ne olmuş?"

"Ama tüm enerji bittiğinde bedenlerimiz de ölecek, onlarla birlikte biz de."

"Buna daha milyarlarca yıl var."

"Milyarlarca yıl sonra bile olsa ben bunun gerçekleşmesini istemiyorum. Evrensel AC! Yıldızların ölmesi nasıl önlenebilir?"

Dee Sub Wun güldü, "Entropinin yönünün nasıl geri çevrilebileceğini soruyorsun."

Ve Evrensel AC yanıt verdi: "ANLAMLI BİR YANIT İÇİN HENÜZ YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL."

Birinci Zee'nin zihni kendi Galaksisine uçtu. Dee Sub Wun'u bir daha düşünmedi. Onun bedeni bir trilyon ışık yılı uzaktaki bir Galakside de olabilirdi, Birinci Zee'nin Galaksisine komşu bir Galakside de. Önemi yoktu.

Birinci Zee canı sıkkın bir halde kendine küçük bir yıldız yapmak üzere gezegenler arası boşluktan hidrojen toplamaya başladı. Yıldızlar bir gün ölecekler ama hiç olmazsa yeni birkaç tane yapılabiliyor.

İnsan kendisi ile birlikte düşündü çünkü İnsan zihinsel açıdan tek bir İnsandı. Trilyonlarca ve trilyonlarca yaşı olmayan bedenden oluşmuştu. Bedenler sessiz ve kandırılamaz yatıyorlardı. Her birine mükemmel ve kandırılamaz makineler bakıyordu. Zihinler ise özgürce birbirlerinin içinde erimiş, farklılıkları kalmamıştı.

İnsan, "Evren ölüyor" dedi.

Sönmekte olan Galaksilere baktı. Müsrif dev yıldızlar çoktan, hatırlanamayacak kadar eski geçmişin en hatırlanamaz bölümünde sönüp yok olmuşlardı.

Yıldızlar arasındaki tozlardan yeni yıldızlar inşa edilmişti. Bazılarını İnsan kendisi yapmıştı ve bunlar da tükeniyordu. Beyaz cüceler muazzam güçler kullanılarak bir araya getirilebilir ve yeni yıldızlar yapılabilirdi ama bir beyaz cüceden tek bir yıldız çıkıyordu ve onlar da bitmek üzereydi.

İnsan, "Kozmik AC'nin dikkatli kullanımı ile Evrenin kalan enerjisi daha milyarlarca yıl yetecek" dedi.

"Yine de" dedi İnsan, "sonunda o da tükenecek. Ne kadar idareli kullanılırsa kullanılsın, enerji bir kere kullanıldı mı yok olur ve bir daha yerine konamaz. Entropi sonsuza kadar maksimuma yükselir."

İnsan sordu, "Entropi geri çevrilebilir mi? Kozmik AC’ ye soralım."

Kozmik AC ile sarılmışlardı ama uzayın içinde değil. Ac'nin en küçük bir parçası bile uzayın içinde değildi. Dış-Uzaydaydı ve ne madde ne de enerji olan bir şeyden yapılmıştı. Yapısı ve boyutları İnsanın anlayabileceği terimlerle ifade edilebilenin çok ötesindeydi.

"Kozmik AC" dedi İnsan, "Kaç tane Entropi geri çevrilebilir?"

Kozmik AC yanıt verdi: "ANLAMLI BİR YANIT İÇİN HENÜZ YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL."

İnsan, "Ek veri topla" dedi.

Kozmik AC, "TOPLAYACAĞIM. YÜZLERCE MİLYAR YILDIR TOPLUYORUM. BENDEN ÖNCEKİLERE BU SORU ÇOK KERELER SORULDU. TÜM VERİLER YETERSİZ KALIYOR."

İnsan sordu, "Verilerin yeterli olacağı bir zaman gelecek mi, yoksa sorun olası tüm koşullarda çözümsüz mü?"

Kozmik AC Yanıt verdi; "OLASI TÜM KOŞULLARDA ÇÖZÜMSÜZ OLAN SORU YOKTUR."

İnsan, "Soruyu yanıtlamak için yeterli verileri ne zaman elde edeceksin?" dedi.

Kozmik AC yanıtladı, "ANLAMLI BİR YANIT İÇİN HENÜZ YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL."

İnsan, "Üzerinde çalışmayı sürdürmeye devam edecek misin?" diye sordu.

Kozmik AC yanıt verdi, "EDECEĞİM."

İnsan, "Bekliyoruz" dedi.

Yıldızlar Ve Galaksiler öldüler ve söndüler. On trilyon yıl kullanıldıktan sonra uzaydaki her şey karanlığa büründü.

İnsan birer birer AC'nin içinde eridi. Fiziksel bedenler zihinsel bireyselliğini kaybetti ama bu bir kayıp değil kazanç oldu.

İnsan'ın son zihni AC’ ye katılmadan önce bir an durdu. İçinde son bir karanlık yıldızın tortusundan başka bir şey görülmeyen uzaya baktı. Bir de inanılamayacak kadar ince bir madde vardı. Niteliği belirsiz ısının kesin sıfıra doğru tükenişinin etkisi ile rasgele hareket ediyordu.

İnsan, "AC, bu son mu?' dedi. "Bu kaos yeniden Evrene dönüştürülebilir mi? Yapılabilir mi bu?"

AC yanıt verdi: "ANLAMLI BİR YANIT İÇİN HENÜZ YETERLİ VERİ MEVCUT DEĞİL."

İnsan'ın son zihni de AC'nin içinde eridi ve var olan yalnız AC kaldı -O da Dış-Uzayda.

Madde ve enerjinin yok oluşu ile birlikte zaman ve mekan da yok oldu. AC bile yalnız son bir soruyu yanıtlamak amacı ile var olmayı sürdürüyordu. O soru ilk kez on trilyon yıl önce yarı sarhoş bir bilgisayar teknisyeni tarafından sorulmuştu. Şimdi -artık şimdi varsa- AC o bilgisayara İnsan'ın o zamanki insana benzediğinden bile daha az benziyordu. Tüm diğer sorular yanıtlanmıştı ama bu son soru yanıtlanmadan AC bilincini salıveremezdi.

Toplanabilecek tüm veriler toplandı, bitti. Artık daha fazlası toplanamazdı.Geriye bir tek toplanan tüm verilerin arasındaki ilişkilerin belirlenmesi ve olası tüm kombinasyonların oluşturulması işi kalmıştı. Bunu yapmaya zaman olmayan bir zaman harcandı.

AC entropinin yönünün nasıl tersine çevrileceğini buldu. Ama bu son sorunun yanıtının bildirileceği kimse yoktu. Zarar yok. -Uygulamalı olarak verilecek olan- Yanıt bunu da halledecekti.

Zamanla ölçülemeyen bir süre boyunca AC bunu en mükemmel biçimde nasıl gerçekleştireceği üzerinde düşündü. Programı özenle organize etti.

AC'nin bilinci -ki bir zamanlar tüm Evrendi- Kaosu ele alıp uzun uzun düşündü. Adım adım yapılması gereken yapılmalıydı.

Ve AC Işığa "OL!" dedi.

Ve Işık oldu.....


devamı...

17 Kasım 2005

Robotlar ve Yapay Zeka VII

1960lardan itibaren zeki robotlar ve bilgisayarlar, bilimkurgu dünyasında ağırlıklarını daha da fazla hissettirmeye başladı. Tabi bunda gerçek dünyada evrimlerinin hızlanmaya başlaması da büyük rol oynamıştı. Uydular, uzay yolculuklarının başlaması, endüstriyel robotlar. O dönemde günlük hayata çok fazla etkileri olmasa da insanlar için inanılması zor varlıklardı. Belki de inanılması zor olmasının sebebi günlük hayata dahil olmamalarıydı. "-Bir arkadaşımın arkadaşının arkadaşı fabrikada bir robot görmüş. -Nasıl birşeymiş? -Devasa bir kol gibi, tıslayıp pıslayıp hızlı hareket ediyormuş hem de onu kontrol eden bir operatör olmadan..." türünden diyaloglar dönmüştür mutlaka. Bu tür robotlar ve işinde gücünde koşturan insanların sırlarına vakıf olamadığı; uzay araçlarında, vergi dairelerinde hesap kitap işlerini takip eden bilgisayarlar (AC), bir taraftan merak duygularını ateşlerken, bir taraftan da bilinmeyene duyulan korkuyu körüklüyordu. VVuuuuvvv -Açık pencereden içeri dolan, perdeyi hafifçe oynatan rüzgar efekti. Tüyleriniz diken diken oldu mu? Olmadıysa birazdan olacak.-

Jean-Luc Goddard'ın 1965 yapımı Alphaville isimli anti ütopik filminde , şehri ve insanları yöneten Alpha 60 isimli ana bilgisayar gerçekten korkutucudur. Gerçekten. Hemcinslerimin çoğunun ( hepsi diyebilirdim ama bunu yapmayacak kadar kibar hemcinslerim olduğu gerçeğini kabul etmek zor olsa da kabul ediyorum. ) çocukluğundan itibaren ara ara yaptığı veya yapmaya çalıştığı, geğirerek konuşma sırasındaki sesi düşünün ve şehrin her yerinde ara ara bu sesle bazı emirler veren bir yapay zeka düşleyin. Yazarken bile ürperiyorum. Filmin açılışında Alpha 60 gerçeklik için; "Bazen gerçeklik sesli iletişim için çok komplekstir" der ve irkilirsiniz o sesle. Aslında; "sesli iletişim benim için çok komplekstir" demek istiyordu belki de. Bildiğim kadarıyla sinema tarihindeki ilk zeki bilgisayardır Alpha 60. Alphaville şehrinin tamamında bulunan hafıza ve işlem ünitelerine sahip bu bilgisayarın görüntü arabirimini solda görüyorsunuz. O fan Alfa 60 konuşurken döner ve ışık yanıp söner. Bu kadar da gelişmiş bir teknoloji ürünüdür, Alphaville'in tamamı gibi.


Alphaville şehri 4 ana kural üzerine inşa edilmişti;
1. Sessizlik 2. Mantık 3. Güvenlik 4.Tedbirlilik. Örneğin ölen bir yakınınızın arkasından ağlamanız mantıksızdır ve cezanızda idamdır bu şehirde. Sürekli kullanacağınız haplarla sessiz kalırsınız zaten, bu konuda sıkıntınız olmaz. Çoğu insan uyuşmuş olduğu için güvenliğiniz de sağlamda ama cebinizden para aşırmaya çalışan üçüncü sınıf fahişelere dikkat edin. Tedbir? Para çaldırmamak için tedbirli olun, bir de şehrin vatandaşlarını koruma altına alabilmek için infaz edilen mantıksızlar var tabi. Bir şehir size daha ne sunabilir? Neyseki Lemmy Caution, Alpha 60'a cevabını bulduğunda aynı zamanda kendisini de yok edeceği bir soru sorar ve diğer galaksiler yine huzura erer. Tabi bizim bu maço ajanımız, Alpha 60'ın yaratıcısının ( Yine Dr. Frankenstein, Asimov'a hak veriyorum. bkz: Robotlar ve Yapay Zeka V ) kızını atının eğerine, pardon Mustanginin koltuğuna atıp şehirden uzaklaşır filmin sonunda.



Bu filmden 3 yıl sonra yeni bir yapay zeka doğar. HAL 9000. Rivayete göre IBM'den etkilenilerek i-1 harf=H, b-1 harf=A, m-1 harf=L şeklinde oluşturulan bir isim. Ama Arthur C. Clarke HAL'i : Heuristically programmed ALgorithmic computer ( Sezgisel olarak programlanmış algoritmik bilgisayar? Birisi Yardım etsin. mot-a-mot, iğrenç bir çeviri, kabul. ) olarak açıklar. Clarke'ın "Gözcü" isimli kısa öyküsünü okuyan Stanley Kubrick çok etkilenir ve Clarke'a çekmek istediği bir uzay filmi önerisiyle gider. Senaryosunu beraber yazdıkları 2001 Bir Uzay Efsanesi filminin hikayesi böyle başlar. Film için hazırlanan senaryoyu daha sonra Clarke romana dönüştürüp, 2010, 2061 ve 3001 diye devam eden 3 roman daha yazar. HAL bu serinin hepsinde role sahiptir. Bu serinin diğer detaylarına -şimdilik- pek bulaşmayarak, HAL'in bilimkurgu dünyasına kazandırdıklarını biraz kurcalayayım. ( Onu kurcalayanların sonu pek iyi olmadı, ama cesaretimi kıramaz, kızkardeşi mavi gözlü SAL yanımda. )

Kırmızı gözleriyle Discovery mürettebatını sürekli takip eden HAL, hem ses tanıma sistemine sahipti hem de mürettebatın -malesef- bilmediği dudak okuma becerisi vardı. Dudak okuyabilen bir bilgisayar, bunu daha önceden kurgulayan yok sanırım. Belki Asimov'un benim bilmediğim bir robot öyküsü vardır, sağır-dilsizlere yardımcı bir robot? Elde var bir. HAL sadece elindeki somut verileri kullanarak bir çıkarım yapmaz, insanların duygularını ölçer, sorgular, çıkarım yapar. HAL, en asil duyguların bilgisayarıdır. Elde var iki. HAL iyi bir satranç oyuncusudur, Deep Blue'nun atasıdır. Elde var üç. Aahh, bu arada kapanırken(shut down) şarkı söyleyen ilk bilgisayardır. Gates, bu windows müziği fikri için Clarke'a yüklü bir ödeme yapmalı bence. Tabi üç insanın katili olmasını engelleyemez bütün bu özellikleri. Ama aslında HAL gerçek anlamda bir seri katil değildir. Mürettebata açıklanmayan görev detayları, iki masum insanı öldürmek, bir insanı da yıldız çocuk (?) yapmak zorunda bırakmıştır. Evet açıklıyorum, katil görev kontrol, Houston. Bu arada HAL çok kibardır da. Örneğin: "Üzgünüm Dave, korkarım bu dediğini yapamam".

1982'de yayınlanan 2010'da HAL 9 yıllık uykusundan uyandırılır. Jüpiter'deki TMA Tektaşlarından gözü korkan Alexsei Leonov'un mürettebatı, Discovery'nin gücünden yararlanıp kaçmak için HAL'i feda ederler. Tabi son ana kadar gerim gerim gerilirler, ya HAL onlara yardım etmezse. Eğer hafızam yanıltmıyorsa HAL'in tüm devreleri etkinleştirilmez, biraz çocuksu bir hale gelir, yalnızlıktan ve karanlıktan korkar ve Dr. Chandra'ya beni terk etme der. Eh insanoğlu karşısında boynu bükük bir bilgisayar, gerçekten hüzünlü. Sonunda HAL müteveffa olur ve yıldız çocuk Bowman'ın yanına yıldız bilgisayar olarak katılır.
Serinin devamında yardımcı oyuncu pozisyonundan figüranlığa kadar gerilese de her zaman ordadır.

devamı...

14 Kasım 2005

Bilimkurgu Bilgisayar Mimarlık

Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde BOAT ( Bilgisayar ortamında araştırma-tasarım ) laboratuarının düzenlediği bir etkinlik. Bu hafta içinde vaktiniz olursa, film gösterimlerini izleyebilirsiniz. Detaylı bilgiyi buradan alabilirsiniz.

PROGRAM

14.11.05 Pazartesi
12:00 Final Fantasy
17:00 The Cube

15.11.05 Salı
13:30 Animatrix
17:00 Star Trek (Tv Dizisi)
17:00 FLM v1.3 Atelye Çalışması

16.11.05 Çarşamba
12:00 Sky Captain and the World of Wonders
17:00 Aeon Flux

17.11.05 Perşembe
12:00 Tron
17:00 5th Element
17:00 FLM v1.3 Atelye Çalışması

18.11.05 Cuma
13:30 Matrix Revisited (Belgesel)
17:00 Terminator II (Belgesel)


devamı...

13 Kasım 2005

2001-Bitmeyen nağme...


Bu siteyi yıllar önce gezmiştim, bugün -şans eseri- tekrar gördüm. Artık Türkçe izleme seçeneği de var bu animasyon(?)un. Düşüncelerin hepsine katılmasam da izlemeye değer bir 2001 A Space Odyssey yorumu. Eh Kubrick söylemiş zaten :"2001'in felsefi ve alegorik anlamı konusunda spekülasyon yapmakta serbestsiniz."
Ben filmde bayılanlardanım - Dikkat çekmek istiyorum "filme" değil "filmde" -. Uzun süren sabit çekimlerden nefret ederim ve etmeye devam edeceğim. Bu çekimler hakkında:"Yönetmenler hepimizi salak zannediyor" fikri hakimdir bende, dolayısıyla da yönetmenlere karşı ufak öfke gösterileri düzenlemekten sakınmam. İlla bir Kubrick filmi izlenecekse "Clockwork Orange"ı tek geçerim, olmadı "Full Metal Jacket" izlerim ama 2001'i bir daha izlemeye kasamam.

Bilimkurgu tarihindeki özel yerine hürmetimizden iki defa izledik, yeter.

Animasyonu buradan izleyebilirsiniz.
devamı...

12 Kasım 2005

Robot Hall Of Fame

Carnegie Mellon Üniversitesi'nin her yıl düzenlediği bir yarışma sonucu robot ünlüleri belirliyorlar. Her geçen gün artarak devam eden, robotların insanlara olan katkısına dikkat çekmek için yapılıyormuş.
İlki Nisan 2003'te verilen ödülleri kimin alacağını belirlemek için; Öğrenciler, araştırmacılar, tasarımcılar ve yazarlardan oluşan bir jüri oluşturuluyor ve internet üzerinden gösterilen adaylar arasından hem kurgu hem de gerçek robotlar ödüllendiriliyormuş.

2003 Yılında kazananlar:
HAL 9000 : 2001 Uzay Efsanesi'nin bilgisayarı ( Kurgu )
Mars Pathfinder Sojourner Rover : Mars'ta araştırma yapan robot ( Gerçek )
R2D2 :-)) : Star Wars'un efsane robotu, ben ( Kurgu, gerçek )
Unimate : İlk Endüstriyel Robot ( Gerçek )

2004 Yılında kazananlar :
Asimo : İlk insansı ( Gerçek )
Shakey : Hareketlerini kendi kararlaştıran ilk hareketli robot ( Gerçek )
Astro Boy : Süper güçlere sahip çocuk çizgi robot ( Kurgu )
Robby The Robot : Sinemadaki ilk yapay zekaya sahip robot ( Kurgu )
C3PO : Star Wars'un efsane protokol droidi, en yakın arkadaşım ( Kurgu )

Göğsüm kabarmadı dersem yalan olur :-)

The Robot Hall of Fame
Olur da yolunuz düşerse R. Daneel Olivaw'ı aday göstermeyi unutmayın.
NOT: Aday gösterirken "robot link" kısmına; http://www.asimovonline.com/
ekleyin yoksa yeni bir aday olarak kabul ediyor malesef.


devamı...

Robotlar ve Yapay Zeka VI

Asimov robotların evrimini hızlandırırken, robot formuna sahip olmayan yapay zekalar da kendini göstermeye başlamıştı. 1946'da Astounding Science Fiction dergisinde yayınlanan Murray Leinster'ın "A Logic Named Joe"da, ilk zeki bilgisayar oluşmuştu. Hatta bilimkurgu edebiyatındaki ilk PC bu öyküde geçmektedir. Bu kısa öyküde yapılan öngörülerin bir listesi için buraya bakabilirsiniz. Daha sonra yine Asimov'un 1950'de yazdığı "The Evitable Conflict" adlı kısa öyküsünde, dünya ekonomisini ve üretimini kontrol eden bilgisayarlar verilen emirlere uymamaya başlar. Dünya lideri, Dr. Susan Calvin'e koşar ( Evet seviyorum seni Susan! Eğer yaşarsam seni bekleyeceğim. ), Susancığım( Siz lütfen Dr. Calvin demeye devam edin ) araştırmaya başlar. Bu arada mesleğinden bahsetmemiştim değil mi? Susan bir robopsikologtur. Susan araştırmaları sonucunda bilgisayarların, 1. Yasayı farklı bir şekilde yorumladıklarını fark eder. Peki biraz ara, 1. Yasanın gerçek ve yorumlanmış hali:
Gerçek 1. Yasa: "Bir robot insana zarar veremez yada bir insanın zarar görmesine seyirci kalamaz."
Yorumlanan 1. Yasa : "Bir robot insana zarar veremez yada insanlığın zarar görmesine seyirci kalamaz
Not: Bu yasaları her yazışımda biraz değişiklik gösteriyorlar, ancak "hareketsiz kalmak" demek yerine ( Ki Asimov'un yasaları birebir "hareketsiz kalmak" tanımı yapmaktadır. ) "seyirci kalmak" demeyi daha güzel bulmak gibi bir aptallığın sonucudur bu.
Daha sonra R. Daneel Olivaw'ın yaratacağı sıfırıncı yasaya ilk adım. Allahtan Susancığım var. İleride Susancığım olmadığı için İmparatorluk yıkılacak!!! Hmm yine toparlama vakti...

1956'da Arthur C. Clarke'ın "Şehir ve Yıldızlar" romanında, dünya üzerinde kalan tek şehir olan Diaspar'ı kontrol eden bir merkezi bilgisayar gelir bilimkurgu dünyasına. Koruyucu bir kalkan altındaki şehirde merkezi bilgisayar hem şehrin işleyişini ve düzenlenmesini sağlar, hem de Diaspar halkının hafızasını saklayıp yeri geldiğinde yeni bedenlere aktarır. Diaspar halkının böyle ilginç bir özelliği var: Öldükten sonra yeni bir bedende hayat bulurlar, bir nevi sürekli reenkarnasyon söz konusudur. Şehirdeki herkes, defalarca farklı vücutlarla yaşam sürekliliğine sahiptir. Merkezi bilgisayar, insanların eski benliklerini yeni bedenlere aktarmakla da mükelleftir. Yazıldığı dönemden bakarsak, bu kadar çok iş yapması gereken bir bilgisayarın boyutları ne olabilirdi acaba? Şimdi bir göz attım da, şehrin duvarları tamamıyla hafıza bankalarıymış. Yaklaşık 10 milyon nüfuslu bir şehir düşündüğünüzde. peheeey...

1959'da yine Asimov bu kez Son Soru ( The Last Question ) adlı kısa öyküsünü yayınlar.
Bu öykünün başında: " Bu öyküde insanoğlunun ilk düşünmeye başladığı andan itibaren sorduğu ebedi sorunun yanıtını bulacaksınız. Ve nihayet kafanız rahatlamış olarak kendinizi günlük işlerinize verebileceksiniz. Bu iyiliğimi unutmayın." der Asimov.
"Multiple Vacuum Tubes " kısaltması olan Multivac ilk kez (sanırım) bu öyküde ortaya çıkar. Daha sonra Asimov'un pek çok öyküsünde karşılaşılır Multivac ile. Türkiye'de bazı yayınevleri tarafından karma BK kitapları içerisinde yayınlamıştır bu kısa öyküyü. Bir ara ben de taramıştım. Bulabilirsem, yayınlarım. Multivac'tan sonra Evrensel AC ( AC=Analog computer ) ve en son Kozmik AC oluştu, insanlığın sona ermesinden sonra da milyarlarca yıllık sorunun cevabını -uygulamalı- olarak vererek görevini tamamladı Kozmik AC.

1950'lerin ortasında sinema dünyasından da bir robot geldi. 56 yapımı Yasak Gezegen isimli filmde Robot Robby ortaya çıktı ve çok sevilen bir kahraman oldu. Asimov'un Robbie'sinin bilimkurgu edebiyatında ilk oluşu gibi, Robby'de bilimkurgu sinemasında bir ilkti. Asimov'un yasalarına sadık kalan ilk sinema robotuydu. Talihsizliğe bakınki bu robotu insanoğlu yaratmamıştı. Gerçi yaratmıştı da. Şöyle açıklayayım, insanoğlu üretti ancak planlaması uzaylılara ait. Ortak bir prodüksiyon, gerçi uzaylıların bundan haberi yoktu. Olsaymış! Bu ilginç robot tasarımı, farklı filmler ve tv dizilerinde boy göstermeye devam etmiştir. Uzaylılara bir teşekkür borçluyuz, en azından sinema ve tv yapımcıları.

devamı...

07 Kasım 2005

Robotlar ve Yapay Zeka V

Aslında niyetim bilimkurguda robotların geçmişini kısaca özetlemek ve günümüze bağlamaktı. Fakat robotların tarihine girince çıkmak zorlaştı, bilimkurgunun mihenk taşlarını inceler bir hal aldı. Tabi kendi meşrebimce. Ayrıca karşımda duran r2d2 modelinin gözüne(?) bakıp atalarını umursamamazlık edemem. Artık robotların sadece basit aletler olarak öngörülmediği, aksine yapay zekaya sahip olmaya başladıkları döneme geldim.

Capek'in R.U.R. 'una kadar robotların kendi benlikleri oluşmamıştı. Capek'in açtığı yoldan ilerlenmesi fazla uzun sürmedi. 30'ların sonlarında Amazing Stories isimli bilimkurgu dergisinde Eando Binder'in ( Earl Andrew ve Otto Oscar Binder kardeşlerin takma adı ) yazdığı kısa öykülerin kahramanı Adam Link, robot tarihinde kendine yer açtı. Bu öyküler daha sonra I,Robot ismiyle kitap halinde sunulacaktı. Asimov'un "I,Robot"undan yıllar önce. Asimov'un robot yasalarından önce Adam Link, kendi kendine ilk yasaya yakın bir çıkarım yaptı: " Bir robot özgür iradesiyle bir insanı öldürmemeli ". Bu kitabın maalesef Türkçe baskısı yoktur.



Asimov, Adam Link için: " Adam Link, robot öyküleri düşkünleri için olağastü ilgi çekicidir. Duyguları olan bir robot çok nadiren bu kadar iyi işlenmiştir " diyecek kadar beğenmektedir Binder kardeşlerin yarattığı robotu. Ama bu beğenisi, Asimov'un robot öykülerinden oluşan kitabını yayımcının aynı isimle basmasına kızmasına engel olmadı. Çünkü Adam Link, kendi robot öykülerine esin kaynağı olmuştur. Otto Oscar Binder'la tanıştıktan birkaç gün sonra ilk robot öyküsü olan Robbie'yi yazmaya başlamıştır ( Çocuk bakıcısı robot. ). Aslında Asimov'un bu toplama kitap için düşündüğü isim Mind and Iron'dı. Her yüzyılda görülen ve görülmeye devam edecek gibi görünmekte ısrar eden ticari kaygı, yayımcının ve editörün gözlerinde oluşan dolar işaretleri desteğini arkasına alıp aynı isimde bir ikinci kitabın ortaya çıkmasını sağlamış.

Asimov, robot tarihini baştan yazmıştır. 3 robot yasası ve daha sonra robotlardan R. Daneel Olivaw'ın (R. Robotu temsil etmekte tahmin edebileceğiniz gibi. Ama bu satırların yazarı, arada ukalalık yapma hakkını kendisinde saklı tutmaktadır. ) geliştirdiği sıfırıncı yasa ( bu yasada şöyledir: Bir robot insanlığa zarar veremez veya insanlığın zarar görmesine seyirci kalamaz.) diğer bilimkurgu yaratıcılarına referans olmuştur.

Robot yasalarının, robotların kendi varlıklarını hiçe sayarak insanları ve insanlığı koruma altına almaya çalışmasının altında ilginç bir hikaye yatar. Asimov, 1939'da bir bilimkurgu festivalinde izlediği Metropolis filminden sonra, robotların Frankensteinvari yaratıklar olarak öngörülmesinden duyduğu nefreti dile getirmiş ve artık insanları ve insanlığı yok etmeyecek robotların -seri- üretimine geçmeye karar vermiş. O gün izlediği film, fazlasıyla kırpılıp oynanmış bir versiyonudur aslında, ama onun bunu bilme olanağı yoktu tabiki.

Pozitronik beyinlere sahip robotlar; düşündüler, rüya gördüler, yazmak istediler, gülmek, ağlamak, insana ait herşeyi yaşamak istediler. Ve becerdiler. Hatta insanlığın koruyucu melekleri oldular, R. Daneel Olivaw; Asimov'un yazılarında en fazla görülen robot karakter, insanlığı korumak için İmparatorluğun çöküşünü bile hızlandırdı. Robotlar daha ne yapabilirki?

Asimov'un robotlarını burada anlatmaya çalışmayacağım, anlat anlat bitmezler. Her robot ayrı bir kişilik, her hikaye ayrı bir dünya. Aşağıdaki linklerden Asimov ve Robotlarıyla ilgili detaylı bilgi bulabilirsiniz.

Robbie (Asimov'un ilk robot öyküsü)
Üç Robot Yasası ( Wikipedia)
Asimov'un kitaplarının tam listesi

devamı...

02 Kasım 2005

Asimov, Vakıf Serisi 4. Kitap


İthaki Yayınları serinin yeniden basılmasına devam ediyor.
4. kitap; İkinci Vakıf ( Second Foundation ) kitapçılarda.
ideefixe'de İkinci Vakıf

Serinin sırası ile ilgili tartışmalar olsa da kronolojik sırayı takip etmemek hiçbirşey kaybettirmez.
devamı...

Robotlar ve Yapay Zeka IV

20. yy. başlarında robotlar bilimkurgu dünyasında ağırlık koymaya başladılar. 1921'de Prag'da gösterimi başlayan Karel Capek'in Rossum'un Evrensel Robotları oyunu hem dünya dillerine ROBOT kelimesini ekledi, hem bir anti ütopya olarak insanların robotlar tarafından yok edilişini, hem de robotların evrilmesi konularını işlemiş oldu. Bu oyunu Türkiye'de oynayan oldu mu çok merak ediyorum. Yazılı olarak da bulamadım, elinde olan varsa lütfen bana haber versin. Bu kişisel mesajımdan sonra Rossum'un robotlarına devam edelim...
R.U.R Londra Gösterimindeki afiş
Büyük endüstri patronlarından birisinin kızı olan Helena, insan hakları(?) organizasyonunun bir gönüllüsü olarak Rossum'un fabrikasına gidip, robotların serbest bırakılmalarını ister. Fabrikanın genel müdürü Domin ile tanışır, Domin ona şirketin ve robot teknolojisinin geçmişini anlatır ve ekonominin basit ilkeleriyle kızcağızın gözünü boyar. Helena kısa sürede ikna olur, davasından vazgeçer ve Domin'le evlenir.
Konuşmalarından bir anektod;
Domin: Pratik düşünürsek, en iyi işçi nasıl olmalıdır?
Helena: En iyi? Muhtemelen mmm, dürüst ve mmm, kendini işine adamış olan.
Domin: Hayır, en ucuza malolan. İhtiyaçları en az olan... Rossum işle bağlantılı olmayan herşeyi bir kenara fırlattı ve bununla beraber insanoğlunu ıskartaya çıkararak robotları yarattı.

10 sene sonra, dünya robotlar üzerine kurulmuş yeni bir ekonomiye sahiptir artık. Robotlar üzerine çalışmalar devam etmiş, yeni nesil erkek ve dişi robotlar üretilmeye başlanmıştır. Helena bu yeni robotların üretilmesine nedense dayanamayarak, gizlice formülleri yok etmiştir. Ve önemli sahne; bütün dünyadaki robotlar insan sahiplerine başkaldırmaya başlamıştır. Robotlar fabrikayı kuşatma altına alırlar, Helena formülü yok ettiğini itiraf eder, robotlar fabrikadaki herkesi öldürürler bir tek Alquist'i hayatta bırakırlar.

İlerleyen yıllarda robotlar bütün insan ırkını yok eder yine Alquist hariç. Alquist neden hayatta kalmış bilmiyorum ama yanlış adamı sağ koymuş robotlar. Alquist yapılan işlerin kaydını tutan bir katiptir, ancak robotlar ondan formülü yeniden yapmasını beklemektedirler. Önce emir verirler, baktılar ki olmuyor yalvaracak kadar küçülürler. Şansları yoktur tabi. Robotlardan Primus ve Helena birbirlerine aşık olurlar. Alquist onları kutsar, adlarını da Adem, Havva olarak değiştirir ve atalarının ( diğer robotların ) günahlarından uzak kalmaları dileğiyle yolcu ederken oyun sonlanır.

Herhalde Capek dindar bir insandı diye düşünmeden edemiyorum son sahneyi göz önüne alarak. Bu oyun kısa zamanda Avrupa'da yankı bulur ve bir çok şehirde gösterime girer.


Bu oyunun ilk gösteriminden 6 yıl sonra Avusturyalı Fritz Lang, 2026 yılında geçen Metropolisi çeker. Bu film de beklenebileceği üzere bir anti ütopyadır. ( O devirde yaşayıpta olumlu bir gelecek düşleyebilen kaç insan vardı acaba Avrupa'da? ) Filmin Hitler'i çok etkilediğini, Lang'e, Goebbels vasıtasıyla Nazi propaganda filmlerini çekmesini teklif ettiğini belirtip filmin robot kahramanına bakalım. Dr. Frankenstein'e benzer bir bilimadamı olan Rotwang, Metropolis kentinin yöneticisi Joh Fredersen'in ölen karısı olan Hel'e aşkından, Fredersen'i mahvetmek ve Hel'i tekrar yanında bulabilmek için dişi bir robot yaratır. Yer altında, şehrin herşeyi olan makineleri kullanan işçi sınıfını yok etmek isteyen Joh Fredersen için biçilmiş kaftandır bu robot. İşçi sınıfını bilinçlendirmeye kendini adamış olan Maria'nın şekli verilir bu robota. Şanssızlığa bakın ki Joh Fredersen'in oğlu Freder, şehrin üst kısmında gününü gün ederken Maria'yı görür ve aşık olur. İşçi sınıfının direnişine katılır, Joh Fredersen farkında olmadan oğlunun da sonunu hazırlamıştır böylece. Sonra olaylar gelişir ve mutlu sonla biter işçi sınıfını temsilen bir formen, Joh Fredersen'le el sıkışır, öpüşüp koklaşır, robot yok edilir vs. vs.
Bu filmdeki robotun bir kukla olmak haricinde hiçbir işlevi yoktur. Fredersen'in ve Rotwang'ın isteklerini yerine getirmek için kullanılan bir alettir sadece. Rossum'un robotları bu robottan çok daha zekidir, gerçi onlarında zekaları hakkında fazla emin olamıyorum. Sen git bütün bilimadamlarını öldür sonrada katipten hayır bekle...

Metropolis'i bir sürü vs. ile geçiştirdim ama geçiştirilebilecek gibi değil esasen. Film ile ilgili bilgi edinebileceğiniz bir iki link;
Fritz Lang's Metropolis
Wikipedia
ekşi sözlük

devamı...